Urfa’daki
hamamlarla ilgili bilgiler genel olarak olarak vakayinamelerde,
Ortaçağ kaynakları ve arşiv belgelerinde;
özelde ise Mar Yeşua,
... Rubens Duval,
S. Ross
ve Osmanlı Arşiv belgelerinde yer almaktadır.
S. Ross Roman ‘’Edessa adlı eserinde;
Edessa’da yazlık ve kışlık olmak üzere iki tür hamam bulunduğunu ifade etmektedir.
Bunların en meşhuru krallık döneminde inşa edilmiştir.
Roman;Bu hamamların içinde “Kış Hamamı” adıyla anılan hamamın şehrin güneyinde, Balıklı gölün fazla kuzeyinde olmayan bir yerdeydi. Mar Yeşua Vakâyinâmesinde
497 yılında Urfa’yı yöneten Vali Alexander’ın bölgedeki salgın hastalıkları ortadan kaldırılmak için bir çalışma başlattığını kaydeder.
Vali hastalıkların sebebini temizlik eksikliğe bağlar.
Bu nedenle uzun zamandan beri tasarladığı yeni bir halk hamamının inşasına başlar.
Bu nedenle ambarın yanındaki alana halk banyoları inşa ettirir.
Mar Yeşua’nın Kroniğinden 498 yılında Edessa’da yeni bir yazlık hamamın daha inşa edildiği ifade edilmektedir. Fakat bu hamam faaliyete açılmaz.
Çünkü hamamın soğukluk odası ile iki sıra sütunu çöker.
Bu olayda iki kişi de hayatını kaybeder. Mar Yeşua bu hamamın 504-505 yılında Vali Eulogius tarafından yeniden yaptırıldığını belirtmektedir.
Bunların dışında dönemin kaynakları iki halk hamamın da varlığından bahsetmektedirler. Mar Yeşua bunlardan birinin, şehrin doğusunda Büyük Kapı’nın yanında, Havariler Kilisesinin aşağısında yer aldığını;
diğerinin ise şehir ambarının yakınında yer aldığını ifade eder.
Urfa’da Hamam ve ona bağlı oluşan kültürün sosyal tarihimizde apayrı bir yeri vardır. Hatta bu kültür batı dünyasını da etkilemiştir. Urfa Haçlı Kontluğu ve Zengi döneminde, Urfa ve çevresinde yaşayan Hristiyanlar, Urfalıların hamam kültürünü batıya taşımışlardır.
Urfalılar hamamları, sadece temizlik amacıyla kullanmamışlardır. Temizlik kadar eğlenmek amacı, salgın hastalıklar, tabiî afetler ve kıtlık dönemlerinde ise barınma ve hastane amaçlı olarak da kullanmışlardır.
Abgar ve Roma dönemi Urfa Hamam kültürü Ortaçağ’da ve Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Osmanlı dönemine tarihlenen Urfa Hamamları;
Ortaçağ kaynakları ve arşiv belgelerinde;
özelde ise Mar Yeşua,
... Rubens Duval,
S. Ross
ve Osmanlı Arşiv belgelerinde yer almaktadır.
S. Ross Roman ‘’Edessa adlı eserinde;
Edessa’da yazlık ve kışlık olmak üzere iki tür hamam bulunduğunu ifade etmektedir.
Bunların en meşhuru krallık döneminde inşa edilmiştir.
Roman;Bu hamamların içinde “Kış Hamamı” adıyla anılan hamamın şehrin güneyinde, Balıklı gölün fazla kuzeyinde olmayan bir yerdeydi. Mar Yeşua Vakâyinâmesinde
497 yılında Urfa’yı yöneten Vali Alexander’ın bölgedeki salgın hastalıkları ortadan kaldırılmak için bir çalışma başlattığını kaydeder.
Vali hastalıkların sebebini temizlik eksikliğe bağlar.
Bu nedenle uzun zamandan beri tasarladığı yeni bir halk hamamının inşasına başlar.
Bu nedenle ambarın yanındaki alana halk banyoları inşa ettirir.
Mar Yeşua’nın Kroniğinden 498 yılında Edessa’da yeni bir yazlık hamamın daha inşa edildiği ifade edilmektedir. Fakat bu hamam faaliyete açılmaz.
Çünkü hamamın soğukluk odası ile iki sıra sütunu çöker.
Bu olayda iki kişi de hayatını kaybeder. Mar Yeşua bu hamamın 504-505 yılında Vali Eulogius tarafından yeniden yaptırıldığını belirtmektedir.
Bunların dışında dönemin kaynakları iki halk hamamın da varlığından bahsetmektedirler. Mar Yeşua bunlardan birinin, şehrin doğusunda Büyük Kapı’nın yanında, Havariler Kilisesinin aşağısında yer aldığını;
diğerinin ise şehir ambarının yakınında yer aldığını ifade eder.
Urfa’da Hamam ve ona bağlı oluşan kültürün sosyal tarihimizde apayrı bir yeri vardır. Hatta bu kültür batı dünyasını da etkilemiştir. Urfa Haçlı Kontluğu ve Zengi döneminde, Urfa ve çevresinde yaşayan Hristiyanlar, Urfalıların hamam kültürünü batıya taşımışlardır.
Urfalılar hamamları, sadece temizlik amacıyla kullanmamışlardır. Temizlik kadar eğlenmek amacı, salgın hastalıklar, tabiî afetler ve kıtlık dönemlerinde ise barınma ve hastane amaçlı olarak da kullanmışlardır.
Abgar ve Roma dönemi Urfa Hamam kültürü Ortaçağ’da ve Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Osmanlı dönemine tarihlenen Urfa Hamamları;
Gümrük Hanın Kuzey batısında yer alan
Eski Arasa Hamamı,
Eski Arasa Hamamı,
Hızanoğlu
Sokak’daki Cıncıklı Hamamı,
Kazancı Mahallesindeki Keçeci Hamamı,
Samsat Kapı-Su Meydanı mevkiindeki Serçe Hamamı,
Yusuf Paşa Mahal-lesinde 1703 tarihli Vezir Hamamı,
H.1181/M.1767 tarihli Kazzaz Mehmet Çelebi İbni Abdullah Vakfiyesi’nde “Şaban Efendi Hamamı” adıyla geçen Kazancı Pazarındaki Şaban Hamamı
Dabbakhane Mahallesindeki Veli Bey Hamamı
Osmanlı döneminde kentimizde yapılan hamamlardır.
Ayrıca Mevlihane çevre düzenlemesi yapılırken,
alanın batısında yer alan, hamam kalıntısının da herhangi bir çalışma yapılmadan üzeri kapatıldı.
Gideceğam hamama
Kazancı Mahallesindeki Keçeci Hamamı,
Samsat Kapı-Su Meydanı mevkiindeki Serçe Hamamı,
Yusuf Paşa Mahal-lesinde 1703 tarihli Vezir Hamamı,
H.1181/M.1767 tarihli Kazzaz Mehmet Çelebi İbni Abdullah Vakfiyesi’nde “Şaban Efendi Hamamı” adıyla geçen Kazancı Pazarındaki Şaban Hamamı
Dabbakhane Mahallesindeki Veli Bey Hamamı
Osmanlı döneminde kentimizde yapılan hamamlardır.
Ayrıca Mevlihane çevre düzenlemesi yapılırken,
alanın batısında yer alan, hamam kalıntısının da herhangi bir çalışma yapılmadan üzeri kapatıldı.
Gideceğam hamama
Kadınlar
Hamamı”nın hengamesi, dış kapıdan içeri adım atar atmaz; “natırlar”ın
yanlarında yaşıtlarına nazaran erken gelişmiş, iri kıyım çocuklarını da getiren
anneleri “hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” diye karşılamadan önce eğlenceli
bir şekilde bazen "haftaya kocanı da getir hanım!" sözüyle uyarmalarıyla
başlar, zılgıtlarla karşılanır; eli açık ve bahşişi bol hanımlar bazen de bir
yakınını toprağa verdiği için uzun süre hamama ayak basmayan kadınlar ağıt ve
gözyaşlarıyla karşılanır kapıda.
Hamamın
mönüsü de hanımların yanlarında getirdikleri; börek, yuvalak, ayaköftesi veya
haşlanmış içli köfte.. yanında hazır el değmişken evden çıkmadan hazırlanmış
malhutalı/mercimekli, yumurtalı veya yağlı köfte ve hatta kısır, zeytinyağlı
dolma pek gitmez ama; etli yaprak sarmasının tadı bir başka. semsek, ağzıaçık
ve ağzıyumuk da olabilir. ‘dost var düşman var” diyerek, kimse kuru bulgur aşı pilavı
koymaz hamam kazanlarına; mevsim meyveleri ve yine çeşit çeşit tatlı, reçel,
peynir, zeytin, tahin helvası, bal ve pekmez. Şişeler dolusu buz gibi ayran;
meyan, gül veya dut şerbetidir
Soğukluk
bölümüne girildiğinde; hatırlı müşterilerin getirdikleri yıkanma araç ve
gereçleri, localarda ise tahtlara açılan
renk renk, desen desen halılar, kilimler vardır. Göz nuru alın teri işlemelerle
zenginleştirilmiş süslü bohçalar. Birinin içinde “futa” adı verilen boy boy,
takım takım havlular; diğerinde lavanta ve sabun kokan pırıl pırıl iç
çamaşırlar, giysiler; Urfalıların “haphap” diye adlandırdıkları sedef nalınlar,
ayna gibi parlayan kalaylı hamam kazanları...
Hamamın
en gösterişli ve her yerden görünen yerinde zeytin dalları ve mevsim çiçekleri
ile bezeli bir taht. Vardır. Dört köşesinde ise dört mum dikilmiştir ve
yakılmak için hatırlı müşterinin hama girmesi bekleniyor dur.
Sıcaklık
bölümüne bakıldığında, soğukluk bölümündekinden daha ilginç manzaralar çarpar göze.
Göbek
taşına oturmuş görümcesinin sırtını keseleyen, kurna başında eltisinin başını
yıkayan, kayınvalidesinin veya annesinin saçlarına kına yakan, çocuklarını veya
kardeşlerini lifleyen sırım gibi ya da etli butlu her yaştan kadınlar,
kızlar...
Kimi
zaman sıradan dedikoduların mırıltıları. Arada bir “yandım” diye çığlık atan
çocukların yaygarası..
Kimi
zaman da;
“Ayrılık
ateşten bir ok
Nazlı
yardan hiç haber yok
Benim
derdim herkesten çok
Ben
nasıl yanmıyam dağlar”
Diyerek
ağlayan; sözlü veya nişanlı genç kızlarla gelinlerin yürek yakan sesleri
yankılanır.
Urfa
Ağzı’nda “Hücre” olarak da adlandıran özel bölümde, küçük bir düğün var sanki.
Hamam leğenine inip kalkan el ve parmaklarla tutulan ritme ayak uydurarak
gerdan kırıp göbek atanlar; Detone
sesleriyle ancak “hamamda şarkı söyleyebilen kadınlar korosu.
“Bir
dalda iki kiraz
Biri
al biri beyaz
Eğer
beni seversen
Mektubunu
sıkça yaz
Sallasana
sallasana mendilini
Akşam
oldu göndersene sevdiğimi”
Her
sallasana deyişte sallanan göbekler, titreyen omuzlar, kırılan dizler ve
rastgele figürler...
Bir
de göbek taşında veya kurna başında gözleri radar gibi fıldır fıldır dönüp
gördüklerini ve duyduklarını akıllarına ziyadesiyle kaydeden aracı kadınlar.
Evlenecek
yaşa gelmiş evlatlarına eş arayan annelere, ablalara kız beğendirmeye çalışan
düğürçü (aracı) vekilleri. Hamama gelen hemen herkesi; kimin nesidir bilen,
gelinlik yaşa gelmiş kızların yedi sülalesini seller sular gibi sıralayan
dilleri tatlı mı tatlı, yüzleri güleç mi güleç, gezegen mi gezegen arabulucu
kadınlar..
Tarihin
her döneminde ve dünyanın her yerinde hamamları erkekler inşa etmiş; sefasını
sürenler ve keyfini çıkaranlar ise hep kadınlar olmuştur.
Diğer
bir deyişle; kadınların toplandığı, yıkandığı, güzelleştiği, sohbetlerin
yapıldığı, eğlenceli saatlerin yaşandığı, genç erkek annelerinin oğullarına kız
beğendiği, konu-komşuya mahalleliye ve tüm şehre dair haberlerin alındığı
mekanlar olan hamamlar erkeklerden ziyade kadınlara sıcak gelmiştir.
Hanımlar;
evlerinde “hamamlık” bölümü bulunsa da bulunmasa da ekonomik neenlerle haftada
veya onbeşte değilse bile, ayda en az bir günlerini hamama ayırırlardı. Hamam
hazırlığı bir gün önceden başlar.
Hama
götürülecek bohça ve bohçaya konulacak futa takımları, peştamallar, iç
çamaşırları ve giysiler, özenle, gayet derli-toplu bir biçimde hamama gidilecek
günün gecesi hazır hale getirilirdi.
Bohçalar
ya natırlar tarafından hamam saatinden bir kaç saat önce taşınır, ya da evin
bohçayı taşıyabilecek yaştaki kızlarından birisinin sırtına çapraz bağlanır,
hamam halısı bohçanın üstüne atılarak hep birlikte gidilirdi.
Hamama
taşınanlar bir bohçayla sınırlı değildir. İçinde temiz iç çamaşırları ile
giysilerin yer aldığı ikinci bir bohça daha vardır. Tarak, sabun, kına, kese,
lif gibi gereçler, killik ve diğer malzemeler hamam leğenine doldurularak bir
başka çocuğun eline verilirdi.
Kaymeler
(natır) sıcaklık bölmelerinde devamlı müşterilerinden kimi nereye
oturtacaklarını bilir; o gün hamama geleceğini haber veren veya bohçasını
gönderen müşterisini her gelişlerinde kullandıkları locaya veya tahta
yerleştirmek için gereken önlemleri alır; sıcaklık bölümünde de müşterilerinin
her zaman yıkandıkları kurnayı ve sekiyi boş tutarlardı.
Kadın
Hamamında “ilk” ve “ikinci” diye isimlendirilen iki su akardı.
Sıcaklık
bölümünde bir süre su akıtılmaz; o arada müşterilerin terlemesine ve
keselenmelerine imkan sağlanırdı.
İlk
su akınca herkes saçını başını yıkar, keseyle çıkan kirler vücuttan atılırdı.
İki
su arasında getirenler yiyecekler ve çerezler yenilir; dışarıdan veya varsa
hamamcıdan satın alınan meşrubatlar içilerek serinlenir ve yeniden sıcaklık
bölümüne geçilirdi.
İkinci
suyun akmasıyla sıcaklık hareketlenir. Bütün müşteriler ikinci kez tepeden
tırnağa yıkanır, liflenir ve futalara sarılarak soğukluk bölümüne geçer, teri
soğuyana kadar dinlendikten sonra kurulanıp giyinmeye başlarlar.
Son
etapta kirli çamaşırlar, hamam araç ve gereçleri getirildikleri bohça veya
leğene yerleştirilerek getirenlere teslim edilirdi.
Hesap
ödenmeden önce; “sağlık xemamiz olsun” temennileriyle locanın kapısına veya tahtın
yamacına dayanan kaymelere, ilgi ve hizmetlerinin ödülü olarak bahşişler
verilir, hamamcıya kişi başı hesaplanan ücret ödendikten sonra hamam sefası
biter, cefası başlardı.
O
akşam ve gece çocuklar erkenden uyuyakalır; hanımlar hiçbir işe elini sürmezden
yataklarına uzanırlardı.
Kadınlar
hamamı belirli mevsimlerde sık sık özel müşterilere hizmet verir. “Gelin” ve
“Doğum” hamamı olarak adlandırılan çok özel eğlencelere de sahne olurdu.
Gelin hamamı
Evliliğin
onbeşinci gününe tesadüf eden ya da bir gün önce ve sonrasına denk düşen
çarşamba veya cumartesi günlerinden birinde; damat tarafı bütün dost ve
akrabaları, ya bizzat çağırarak ya da natır aracılığıyla haber salarak hamama
davet eder; gelinin, baba evinden çeyiz olarak getirdiği hamam takımları bir
bohça içerisinde getirilirdi. Gelin Hamamı her hamamda yapılmazdı. 1950’li
yılların sonlarına kadar, hanımların gözdesi; şimdi yerinde yeller esen Yıldız
Hamamı idi. İnanışa göre Yıldız Hamamı’na giden gelin kocasına parlak, alımlı,
yıldız gibi görünür. Tercih edilen bir başka mekansa, Cincıklı Hamam’dı. Bu
hamamda yıkanan gelin kocasına cincıx (cam) gibi görüneceğine inanılırdı.
Hamamclıar,
gelin hamamı töreninin yapılacağı gün, başka ücretli müşteri kabul etmezler,
sadece davetlileri ağırlar ve bütün masrafları da oğlan evinden tahsil
ederlerdi.
Hamamda
bulunan bir tahtın üstüne halılar, halıların üstüne minderler serilir;
sergilerin üstüne el işlemeli beyaz örtüler yayılır. Hamama davet edilen bütün
misafirlere damat tarafından yaptırılan yemek, çerez, meyve, meşrubat ve
tatlılar ikram edilir. Ayrıca “damat evi” tarafından evde hedik (haşlanmış
buğday) hazırlanarak hamama getirilir gelin
ise damat hamamında olduğu gibi misafirlerden sonra yıkanıp giyinir ve kendisi
için hazırlanan yerde oturur; zeytin dalları ile süslenmiş olan tahttaki mumlar
yakılır; türküler söylenir, karşılıklı manilerle esprili atışmalar yapılır; çiftetelli
ve benzeri oyunların ardından gelini kutlayan misafirler hamamdan ayrılırlardı.
Doğum / kırk hamamı:
Doğum
Hamamı bebeğin dünyadaki 40. günü yapılır ki bu törenin bir diğer adı da
“Kırk Hamamı”dır.
Gelin
Hamamı’nda olduğu gibi yine yakın akrabalar, arkadaş ve dostlar çağrılır.
Davetlilere yiyecek ve içeceklerin yanı sıra leblebi tozu ikram edilir.
Sadece
“doğum hamamı”nda kullanılan “Kırk Tası” ile anne ve bebeğin kırkları su ile dökülürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorumunuzu bırakın